EMEK - 5

EMEK - 5 - Kaos Q+

EMEK - 5


Emeği konu edinmek queer çalışmalarını zenginleştirir mi?

KaosQ+’ın bu sayısındaki tema emek. Kuşkusuz queer kuramı ve çalışmalarını alan olarak belirlemiş bir derginin bu temayı seçmesi ilk bakışta “garip” görünebilir. Emek ve onunla bağlantılı olarak sınıf, sömürü, eşitsizlik gibi ne de olsa biraz modası geçmiş konuları dinamik bir alana bulaştırmayı tatsız bulanlar kadar böylesi ağırbaşlı meseleleri queer gibi uçarı bir kavram etrafında ele almayı uygunsuz görenler de olacaktır. Emeği konu edinmek queer çalışmalarını zenginleştirir mi? Queer kuramın lensi çalışmayı ve çalışmanın getirdiği sıkıntıları anlamakta yararlı olabilir mi? Bu teorik sorulardan daha pratik, gündelik ve yakıcı olarak; emeği ve queeri birlikte düşünmek çalışma yaşamındaki, işyerindeki heteronormativiteden kaynaklanan baskıları ve ayrımcılığı azaltabilir mi? Bunlar ve bu minvalde çoğaltılabilecek diğerleri ucu açık sorular. Öte yandan bu soruların olası yanıtları ne olursa olsun, emek, çalışma ve iş ile toplumsal cinsiyet, cinsellik, eşcinsellik ve bunlarla iç içe bir kavram olarak queer arasında ilk bakışta görünenden daha sıkı bir bağ var.


Cinselliğin çağrıştırdığı genelde sıkıntı, kaygı, acı gibi olumsuz duygulardan ziyade eğlence, mutluluk ve hazdır. Oysa tam da cinsellik, cinsiyet ve arzu kavramlarını konu edinen bir kitaba yazarı Judith Butler’ın uygun gördüğü başlık “Cinsiyet Belası” olmuştur. Aslında başa bela olan özgürce yaşanan insani bir pratik olarak cinsellik değil; toplumsal olarak belirlenmiş bazı cinsellik biçimlerinin ve cinsiyet rollerinin heteroseksüel bir varsayımla doğal, ideal hatta kaçınılmaz normlar ve sabit kimlikler şeklinde sunulması; böylelikle arzunun denetlenebilir ve yönlendirilebilir hale getirilmesidir. Queer kuram, işte geniş anlamıyla cinselliğin içerdiği bu farklı kategorilerin çelişkisinde, Butler’ın ifadesiyle “cinsellik, toplumsal cinsiyet ve arzu arasındaki süreksizlik ve uyumsuzluk”ta hayat bulur.


Emek de tıpkı cinsellik gibi bazıları başa bela olan çelişkili kategorileri içerir. Öyle ki batı dillerinin çoğunda emek anlamına gelen kelime, etimolojik olarak tam Butler’ın kullandığı şekliyle bela, dert, sıkıntı, zahmet kavramlarını işaret eder. Sanayi kapitalizminin ilk yıllarını tasvir ettiği eseri İngiltere’de Emekçi Sınıfların Durumu’nda Engels şöyle yazmaktadır: “İşçiler arasında umutsuzluğun bir başka nedeni de çalışmaya mahkûm olmalarıdır. Gönüllü, üretken bir iş bizim için ne denli büyük bir eğlence ise, mecburi bir çalışma da en acımasız ve onur kırıcı cezadır.”


Yaşadığımız toplumda işten kastımız esas itibariyle sosyo-ekonomik kategori içinde değerlendirebileceğimiz ücretli emek ve zorunlu çalışmadır, yani normalde yapmayı tercih etmeyeceğimiz halde yaşamımızı sürdürmek için yerine getirdiğimiz faaliyetler. Bu faaliyetler sıradan bir insanın gündelik yaşamının önemli bölümünü kapsamasının yanısıra kimliğini ve başkalarıyla kurduğu ilişkiyi de büyük ölçüde belirler. Birine ne işle meşgul olduğunu sorduğumuzda alacağımız yanıt onun toplumsal hiyerarşideki konumu, sahip olduğu zenginlik, güç, saygınlık, eğitim ve kültür seviyesi hatta dünyaya bakışı konusunda belli bir fikir verebilir.


Kelimenin geniş anlamıyla, antropolojik veya felsefi bir kategori içinde pekâlâ emek olarak niteleyebileceğimiz bazı uğraşlar ise doğrudan sosyo-ekonomik kategoride yer almadığından hobi veya boş zaman etkinliği olarak değerlendirilir. Kişisel olarak daha yakından tanımak istediğimiz birine boş zamanlarında ne yaptığını, emeklilik planlarını veya büyük ikramiye hayallerini sorarız. Akşamları tarih kitapları okuyan, haftasonları yemek pişirip ahşap boyama kursuna giden, emekli olunca küçük bahçesinde sebze yetiştirmek ve aniden geçim derdinden kurtulsa tekneyle dünya turuna çıkmak isteyen biri bunları zevk, kişisel tatmin, merak ve sosyalleşme gibi nedenlerle yaptığı için çalışma olarak görmez.


İster eleştirel ister işlevsel olsun emeğe ilişkin literatür, tıpkı emeğe ilişkin yaygın toplumsal kabullerimiz gibi genelde sosyo-ekonomik kategoriyi bir çerçeve olarak kabul eder. Halbuki bu kategori dışında kalan pek çok etkinlik de emek, uğraş, çalışma, iş olarak değerlendirilebilir; çoğu durumda değerlendirilmelidir. Çalışmaya ilişkin konvansiyonel disiplinlerin söz konusu kategorik körlük nedeniyle görmezden geldiği ev içi emeğin feminist kuram sayesinde konu edilmeye başlanması örneğini de göz önünde bulundurduğumuzda queer teorinin emek çalışmalarında çelişkili kategorilerden ve emeğin çokboyutluluğundan kaynaklanan kimi boşlukları doldurma, alışkanlıklar ve önkabullerle ağırlaşmış göz kusurlarını telafi etme potansiyeli taşıdığını düşünebiliriz. Bu potansiyeli güçlendiren bir boyut da emeğin ve çalışma örgütlenmesinin kapitalizme paralel olarak son 30-40 yıl içinde girdiği dönüşümdür. Bu dönemde, bir yandan esneklik ve bireysellik temelinde “hantal ve bürokratik” kurumlara savaş açılırken kontrollü bir özerklik ve güdülenmiş bir öznellik emeğin denetiminin asli unsuru haline getirildi. Çalışmayı özgürleştirme ve insanileştirme iddiasıyla kültür, psikoloji ve cinsellik daha önceleri olmadığı kadar işyerine davet edildi. Şüphesiz kapitalizm başından beri insan ihtiyaçlarının tatmininden çok manipülasyonuna odaklanan bir rejimdi fakat bugün, sadece tüketimin değil, üretimin de başlıca motoru arzunun kışkırtılması haline geldi.


Günümüzde queer kuram sosyal bilimlerin hemen bütün alanlarında kendine az ya da çok yer açmış durumda. İlk birkaç öncü çalışma 1990’ların sonunda ortaya çıkmışsa da esas olarak 2000’li yılların başından bu yana emek ve çalışmayla bağlantılı disiplinlerde de durum böyle. Fakat iki bakımdan queer kuramın bu disiplinlerdeki ağırlığının bir hayli mütevazı olduğu söylenebilir: Hem çalışma sosyolojisi, yönetim ve organizasyon gibi disiplinler sosyal bilimlerin başka pek çok alanına kıyasla queer kurama daha az başvurmuştur hem de queer kuram bu disiplinler içinde kendine, örneğin feminizm, postkolonyalizm gibi, başka eleştirel yaklaşımlara kıyasla daha az yer bulmuştur. Buna karşın emeğin queer literatürü giderek daha fazla ilgi görmekte, azımsanmayacak sayıda parlak ve önemli çalışmayı içermekte. Umarız elinizdeki sayı, bu literatürü tanıtmaya ve zenginleştirmeye küçük de olsa bir katkı koyar.


Bu sayının Teoria bölümünde yer verdiğimiz ilk çeviri metin emeğin queer literatürünün öncü ve önemli örneklerinden biri. Martin Parker, 2002 yılında yayınlanan “Yönetim ve Organizayonu Queerleştirmek” başlıklı makalesinde Judith Butler ve Eve Kosofsky Sedgwick’in sunduğu kavramsal araçlardan yararlanarak söz konusu disiplinin ortodoksisini sarsmanın olanaklarını arıyor. Parker yönetim terimiyle hem sosyo-profesyonel bir grup olarak yöneticileri, hem bunlar tarafından icra edilen yönetsel pratikleri hem de bu alana ilişkin akademik disiplini kasteder. Queer kuram, bu üçlü arasındaki ilişkisellikte hayat bulan normları ve bunların ürettiği tahakkümü istikrarsızlaştırmak için oldukça elverişlidir. Zira “durağan bir konum değil, bitmek bilmeyen bir bozuculuk tavrı” olma niteliğiyle postkuramlardan ayrılmaktadır.


Queer kuramın eleştirel gücü üzerinde duran bir diğer araştırmacı olan Rosemary Hennessy, 2006 tarihli makalesi “Queerce Yeniden Üretime Dönüş: Seks, Emek, İhtiyaç”ta toplumsal yeniden üretimi sadece tarihsel materyalizmin kapitalizm eleştirisi ile maddi tarihin queer eleştirisinin değil; emek ile cinselliğin de kesişim kümesi olarak ele alıyor. Çalışıp arzulayan, ihtiyaçlara ve heyecanlara sahip varlıklar olarak insanların bu nitelikleri kapitalizm tarafından birbirinden yalıtılmıştır. Onları bir araya getirmek içinse hem Marksizmin hem de queer kuramın analitik araçlarına ihtiyaç vardır. Bu bağlamda, neoliberal kapitalizm koşullarında değişen emek ilişkilerini tarihselliği içinde çözümleyen bazı çalışmalara değinen Hennessy daha sonra ABD-Meksika sınırı arasındaki serbest ticaret bölgelerinde çalışan işçilerin anlatımlarından yola çıkarak çalışanların cinsel kimlik ve yönelimleriyle çalışmanın örgütlenmesi ve sömürü arasındaki ilişkiyi inceliyor.


Günümüz neoliberal kapitalizmi koşullarında cinsel kimlik ve yönelimler sadece sömürüden, baskı ve ayrımcılıktan değil; heteronormativiteden de azade değil kuşkusuz. Öte yandan çalışma örgütlenmesindeki ve işyerindeki queer varoluşu bu çerçevenin ötesinde değerlendirilmesi gereken daha karmaşık biçimlerde de ortaya çıkabiliyor. David Orzechowicz 2016 yılında yayınlanan “Dolap Odası: ‘Eşcinsel Dostu’ ve ‘Dolap Sonrası’ Çalışma” başlıklı makalesinde geylerin çoğunluk hatta gey kimliğin baskın, gey maskülenliğinin norm olduğu bir işyerinde on yedi ay boyunca yürüttüğü saha çalışmasının bulgularını tartışıyor. Fakat maalesef tartışmanın sonucu çok da iyimser değil. Orzechowicz, queer varoluşun olağan karşılandığı, eşcinsel dostu olarak nitelenebilecek ve ilk bakışta dolap sonrası gibi görünen bu çalışma ortamında bile cinsel azınlıkların kendilerini kapatan dolaptan bütünüyle çıkamadığını, heteronormativitenin yanı sıra farklı cinsel azınlık grupları arasında hiyerarşinin yeniden üretildiğini gösteriyor.


Bu sayının Queer Çalışmalar bölümünde değerlendirilen iki makale yer alıyor. Ceyhun Güner, “Küresel Çerçeve Sözleşmelere Cinsel Yönelim ve Cinsiyet Kimliği Temelli Ayrımcılık Penceresinden Bakmak” başlıklı makalesinde uluslararası resmî belgelerden yola çıkıp küresel çerçeve sözleşmeler üzerinden giderek LGBTİ çalışanların haklarının hangi şirketlerde ne şekilde gözetildiğini ortaya koyuyor. İlgili metinlerin uygulamada, hele de çok uluslu şirketlerde ülkelere göre farklılık gözetip gözetmediği ise bir diğer çalışma konusu olarak kendini göstermekte. Tam da bu noktada, Türkiye özelinde gerçekleştirilen bir çalışma bize konuyla ilgili çeşitli ipuçları vermekte.


Aysun Öner’in “Beyaz yakalı lezbiyen ve gey bireylerin iş yerinde karşılaştıkları gayrı resmi cinsel yönelim ayrımcılığı: Ankara örneği” başlıklı makalesi görünürlüğü daha az olan gayrı resmi ayrımcılık biçimlerine odaklanıyor. Dolayısıyla, resmi metinlerde çeşitli iyileştirme ve değişiklikler yapılsa dahi içselleştirilmiş homofobinin bir yerlerde var olduğunu işaret ediyor. Bununla birlikte, böylesi bir ayrımcılığa karşı LGBTİ hareket içinde dayanışmanın güçlendiğini ve hepimiz için çok daha elverişli bir çalışma ortamı kurma çabasında olduğunu da belirtmek gerek. Öner’in çalışmasının ilgi çekici bir noktasıysa farklı açılardan ayrımcılığa uğrayan kimliklerin “öteki”ni anlamasının her zaman da o kadar kolay olmadığını göstermesi. Egemen anlayış karşısında azınlıkta kalanların birlikte mücadelesinin taşıdığı karşılıklı güçlendirme potansiyelini nasıl açığa çıkarabileceğimizi daha da ısrarla düşünmemiz gerekiyor.


Queeresk bölümünde Mustafa Özbilgin’in bu sayı için kaleme aldığı “Cinsellik ve Emek: Butler ve Bourdieu ile Kazanımların Kırılganlığını ve Direnişi Sorgulamak” denemesine yer veriyoruz. Özbilgin neoliberal koşullarda cinsel kimlik ve yönelim eşitliği konusunda katedilen ilerlemenin yine neoliberalizmin üç temel unsuru olan bireyselleşme, kurumsuzlaşma ve finansallaşma tarafından ne denli kırılganlaştırılıp tehdit altına alındığını ortaya koyuyor. Judith Butler’ın performatiflik yaklaşımı ile Pierre Bourdieu’nün habitus ve sermaye kavramlarından yola çıkarak kazanımlara yönelmiş meydan okumalara direnmenin olanak ve yöntemlerini tartışan yazar direnişin ancak, kimi zaman tekil avantajlar olarak önümüze çıkabilecek, bireyselleşme, kurumsuzlaşma ve finansallaşmanın işleyiş mantığını bozup tersine çevirmekle mümkün olduğunu savunuyor.


Queeresk’in diğer sayfalarında bir rapor ve iki kitap incelemesi yer alıyor. Kaos GL Derneği’nin 2015 ve 2016 yıllarında LGBTİ çalışanlar nezdinde yürüttüğü özel sektörde cinsel yönelim, cinsiyet kimliği ve interseks eşitliği hakkında raporlama faaliyetinin sonuçları Melek Göregenli tarafından derlenerek sahayla ilgili önemli bilgileri kapsamlı bir biçimde sunmakta. Kitap tanıtımlarındaysa Zeynep Direk’in derlediği “Cinsiyeti Yazmak” Sevcan Tiftik tarafından; David Le Breton tarafından yazılan “Bedene Veda” ise İlke Cide tarafından incelenmekte.


Mutlucan Şahan

Kaos Q+

Tunus PTT, PK 12, Kavaklıdere-Ankara

+90 312 230 6277

İsveç Uluslararası Kalkınma ve İşbirliği Kurumu SIDA Logo kaosgldergi.com sitesi, Gökkuşağı Projesi kapsamında, İsveç Uluslararası Kalkınma ve İşbirliği Kurumu SIDA tarafından desteklenmektedir.
Validation error occured. Please enter the fields and submit it again.
Thank You ! Your email has been delivered.