Çizgi ve Ötesi*

Ses - 14     58-61     Ömer Tevfik Erten


omer-tevfik-erten


Sınırların yeniden çizildiği, yerkürenin yüzleştiği derin krizlerin açığa çıktığı bir dönemi geride bırakıyoruz. 2024 yılı; Gazze’deki soykırım, iklim felaketlerinin yıkıcı etkileri ve bitmek bilmeyen savaşlarla, bizi hem fiziksel hem de varoluşsal sınırlarla yüzleşmeye zorladı. Sınırlar yalnızca coğrafi çizgiler değil; kim olduğumuzu ve kim olabileceğimizi keşfettiğimiz yaralardır. Her sınır, bir yara ve bu yara, acı kadar iyileşmenin de başladığı yerdir. Bu yıl, bu yaraların içine bakmamı ve sanatımla onların iyileştirici gücünü keşfetmemi sağladı.


Sanatımın kalbinde yer alan P.R.O.T.E.C.T.O.R. serisi, sınırların iyileştirici ve dönüştürücü gücünü yansıtıyor. Gloria Anzaldúa’nın vurguladığı gibi, sınırlar yalnızca fiziksel değildir; kimliklerin, kültürlerin ve toplumsal normların çarpıştığı alanlardır. Benim kimliğim de buralarda şekillendi. İçeride ve dışarıda olmanın getirdiği yalnızlık, aynı zamanda özgürleşmenin de kendisidir. Anzaldúa’nın mestiza bilinci gibi, bu hudutlar bana kimliğimi yeniden keşfetme fırsatı sundu. Kendimi “biz” ve “onlar” olarak sınırlı hissettiğimde, kimliğimin akışkanlığını ve bu sınırların kırılganlığını fark ediyorum.


Yıl boyunca, sınırları aşmanın bir kurtuluş değil, bir yıkım eylemi olduğunu öğrendim. Yıkım, yaratma cesaretini de beraberinde getirdi. Gerçek yaşam, bu sınırların içinde, kaosun tam ortasında bulunuyor. Sınırları aşmak kadar, onların içindeki belirsizlikle var olmak da bir seçimdir. Albert Camus’nün absürd felsefesi, bu varoluşsal mücadeleye derin bir anlam kattı. Kayayı sürekli yukarı iten Sisifos misali, ben de sınırları ihlâl etmeye çalıştıkça yine o sınırlara geri dönüyordum. Bu süreç bana, sınırları yıkmaktan çok, onları kucaklamanın da bir ihtimal olduğunu hatırlattı. Oysa Sisifos için sınır ihlâli, Tanrıların cezasını aşmaktan değil, onlara rağmen direnmeye devam etmekten geliyordu.


Arzu, kaos, ölüm ve yeniden doğuş, hayatımın vazgeçilmez unsurlarıydı. Sanatımda yarattığım imgeler, hem bu sürecin tanıkları hem de bu süreci bozan, yeniden inşa eden unsurlardı. P.R.O.T.E.C.T.O.R. serisindeki figürler, kaybedilenlerin, intihar edenlerin ve hayatta kalan queer+’ların hikâyelerini taşıyan sembollerdir. Toplumsal normlara karşı direnişin imgeleri haline geldiler ve belleğin yeniden doğuşunu temsil ettiler.


Anti kahramanlar, toplumsal kuralların özgürlüğü değil, sınırları çizdiğini bilir. Bizler başkalarının onayıyla değil, kendi kimliğimizin sınırlarında ve/veya ötesinde var oluruz. George Bataille’in cellat ve kurban döngüsü, anti kahramanın toplumsal sınırlarla kurduğu karmaşık ilişkiyi anlamamıza ışık tutar. Anti kahraman, hem kurban hem cellat olarak, sınırları ihlâl eder, onları sorgular ve yıkar. Bu yıkım ve yeniden doğuş döngüsünde, kendini sürekli var eder. Bataille’in cemaat ve Acephale (başsız insan) mitosu ise, anti kahramanın toplumsal yapılarla olan ilişkisine derin bir perspektif sunar. Acephale, bireyin toplumsal kurallar ve otoritenin boyunduruğunu reddederek özgürlüğe ulaşmasını simgeler. Anti kahraman da bu başsızlık arayışını taşır; toplumun dayattığı sınırları reddeder ve kendine özgü, tanımlanamaz bir özgürlüğe ulaşır.


Zeynep Sayın’ın öğretilerinde vurguladığı gibi, çizgi, yüzeyde yansıyan ama aynı zamanda kendisini aşan bir derinliğin tanığıdır; hem sınır koyar hem de sınırları aşmaya davet eder. Sadece yüzeyi belirleyen bir sınır değildir çizgi; aynı zamanda o yüzeyin derinliklerini açığa çıkaran, gizlenmiş olanı görünürlüğe getiren bir izdir. Görünür ve görünmez arasındaki bu geçiş alanı, bizi sınırların ardında yatan bilinmezliklere, çizginin ötesine taşır. Çünkü anlam yoksa bile, yaşamın kendisi bu hiçlikte var olmaya devam eder. Bu bağlamda anti kahramanlığı, varoluşun kaotik doğasında kendi yerini bulma çabası olarak da okuyabiliriz.


Bu sürecin sonunda direniş ve teslimiyet, benim için birbirinden ayrılamaz hale geldi. Sanatımda anti kahraman, kutsal bakire ve fahişe arketipleri arasında şekillenen, toplumsal beklentilere uymayı reddeden bir direnişçidir. Tanrıçalar ve anti kahramanlar, absürt bir dünyada kaosun ortasında direnen figürlerdir. Yaşam ve ölüm arasındaki ince çizgide yürürken, toplumsal normlara karşı koyarlar ve kendi varoluşlarını yeniden tanımlarlar. İmgelerim, kaotik döngüler içinde yeniden doğdu. Benim gibi.


2024’te dünya bana, her sınırı yıkmak yerine bazen bu çizgilerin boşluğunda var olmanın da bir ihlâl olduğunu fark etseydim, dedirtti. Belki bu ihlâl, yeni bir doğuşa ihtiyaç duyuyordu. Ouroboros içimde döngüsünü tamamlarken, kendime şefkatle sarılıyorum. Ama şimdi, bir adım daha atsam, aşk ve ölüm birbirini çağıracak.



Notlar * Bu yazı ilk olarak PREE adlı çevrimiçi dergide yayımlanmıştır.

PREE, Karayiplerden ve Karayipler hakkında çağdaş edebiyata odaklanan

özgün bir çevrimiçi edebiyat dergisi olarak kendini tanımlar.

Ses - Go 14 Publication

Kaos Q+

Tunus PTT, PK 12, Kavaklıdere-Ankara

+90 312 230 6277

İsveç Uluslararası Kalkınma ve İşbirliği Kurumu SIDA Logo kaosgldergi.com sitesi, Gökkuşağı Projesi kapsamında, İsveç Uluslararası Kalkınma ve İşbirliği Kurumu SIDA tarafından desteklenmektedir.
Validation error occured. Please enter the fields and submit it again.
Thank You ! Your email has been delivered.